“Bir insanın sadece gerçeklerle yetinmesini aklım
almıyor.” der Kurt Vonnegut Jr. ve Onur Ünlü de
'Polis'inde, gerçeklerle yetinmeyen Musa Rami’nin hikâyesini anlatmaya böyle
başlar.
Torun tombalağa karışmış ama tek başına yaşayan, herkesin
saygı duyduğu, işine sahip çıkan ve kimse bilmese de kendince duygusal biri
olan Musa Rami, Cinayet Büro’nun sıradan bir elemanı olarak görür
kendini. Einstein’ın dediği gibi: “Cahil insanlar kendilerini mükemmel
görmeye, zeki insanlar yaptıklarını hafife almaya eğilimlidirler”. Musa Rami de
zeki biri. Etrafında dönen dolapları fark edip sessizce tepkisini verince, başı
mafya ile çok büyük derde giriyor.
Yine sessizce tepkisi esnasında, hiç umulmayan bir anda
ağzından kanlar geliyor Musa’nın. Doktoruna gidince öğreniyor gerçekleri. 2
aylık ömrü var ve kaybedeceği hiçbir şeyi yok, küçük oğlu Haluk ve ona danışan
Sosyoloji öğrencisi Funda dışında.
Bir insan beyninde ur olduğunu öğrendiğinde ne yapar? Haluk
Bilginer’in elinden düşen bir gömlek, haberin üstüne yakılan bir sigara ve
“Ölecek miyim?” sorusu… Dünyanın en rahatlatıcı, en boş vermiş, en güvenli
cevabı o anda gelir: Hepimiz öleceğiz! Sonrasında gelen dinginlik
hâliyle, sanki bir şey olmamış gibi devam eder :
“Çok güzel gözleri var, böyle kocaman kocaman…”
Aşk insana kaç yaşında gelirse gelsin, hissettirdikleri hep
böyle değil midir? Ya da her aşık biraz takıntılı değil midir? Bir cümleye, bir
şarkıya ve hatta bir görüşe? Bir anda bütün olumsuzlukların üstüne bir sis
çöker, dünyada sadece aşık ile maşuk varmış gibi, her şey yolundaymış gibi
olmaz mı? Aynı filmlerdeki gibi, arka fonda hiç duymadığımız ama sözlerini çok
iyi bildiğiniz bir parça eksiktir sadece. Olur ya?
Musa Rami de olmuş. Bütün bu naif davranışları, diğer
tarafta bütün şiddetini, derdini aktardığı İzmitlilerden kalanlarla uğraşırken,
dikenli tellerle çevrilmiş bir gül fidanı gibi, bir çetenin silahlarıyla
etrafını sardığı bir yürek gibi kalmış ortada. O çaresizliğini, acizliğini de
Ünlü’nün en güzel sözlerinden bir tanesiyle anlatmışlar:
“Şiddete meyyalim vallahi dertten!”
Bu kadar karmaşanın arasında, ümitsizliğin dibine vurmuşken
Musa’yı ne kurtardı? Tekrar ayağa kaldıran ne? Sığındığı yer neresi? Bu
hikayeyi nerede bitirmeye gitti? Başına dayadığı silahla arasına ne girdi?
İnsanın tekrardan inanmasına, ayağa kalkmasına ve ümidini kaybettiği yerde
“ümidi” bulmasına başka kim yardım edebilirdi ki? Bütün bu sorulara Tekvir
Suresi’nin okunduğu sahne ile cevap verilmiş.
Onur Ünlü’nün en güzel yanıdır filmlerinde aşkı böyle
hissettirecek sahneleri yazıp, yönetip, yaşatması. İlk uzun metrajlı filmi ve
Haluk Bilginer’in senaryoyu okumasıyla oynamayı kabul etmesinin bir anda
olduğu, kimi fanatiklerinin yüzlerce kez izlediği 2007 yılında kendi
şirketi Eflatun Film’in ilk göz ağrısıdır Polis. Sesi daha puslaşmamış,
henüz Hakim Bey’i söylememiş Mehmet Erdem de müzikleriyle yer alıyor
üstelik.
Bu yeniden doğuştan sonra ayağa kalkan ve Funda’yla konuşmak
isteyen Musa Rami, saplantılarının yorgunluğuyla son bir ricada bulunuyor:
Seni seviyorum der misin? Seni seviyorum de. Seni seviyorum
de lan!
Sinsice kıvrılan bir duman eşliğinde masasında oturadursun
Musa Rami, Murat Menteş’in sözü geliyor akıllara: Bir insan acıdan
delirdiğinde, diğerleri onun acısını değil deliliğini görür. Musa Rami’nin
deliliğiyle/acısıyla sizleri baş başa bırakıyoruz.
Yorumlar
Yorum Gönder