Matrix filminde
felsefe tarihi açısından bir takım temalardan yararlanılmıştır. Bu sebep ile de
filmin kısa bir çözümlemesi yapıldığında ilk olarak burada Morpheus’un Neo’ya:
Hiç rüyada olduğundan ya da uykuda kuşkuya düştüğün oldu mu? diye sormaktadır
burada akıllarımıza Descartes’in kuşkuculuğu gelmektedir. Descartes “Zihinde ki
tecrübelerden yola çıkarak gerçekliğin bilinip bilinemeyeceğini sorar ve
sorunun yanıtı olarak; bilinemeyeceğinin kanısına varmaktadır.” “İç dünyamdaki
tecrübeler insanların doğanın olduğu dünya tarafından değil, başka bir güç
tarafından oluşturulduğunu” dile getirmektedir. Filmi incelemeye devam edecek
olursak; Nasıl bir yaşam değerlidir? Gerçeğin ne olduğunu bildiğimiz bir yaşam
mı yoksa hazlar üzerine kurulmuş bir yaşam mı? Robert Nozıck “The Experience
Machine” adlı makalesinde; diyelim ki bir sanal gerçeklik makinesi ürettiniz ve
bu makineyi istediğiniz gibi istediğiniz şekilde programlayabiliyorsunuz.
Makineye
bağlanıyorsunuz ve ne olsun istiyorsanız hayatınızda o oluyor ancak gerçekte
bir oda da bir makineye bağlısınız (Tıpkı Matrix filminde olduğu gibi) . Burada
daMatrix vardır makineye bağlandığınızda yaşamakta olduğunuz hayatı gerçekmiş
gibi kabul edip benimsiyorsunuz. İnsan türü sadece haz almak üzerine yaşayan
varlıklar değildir, gerçeklikle bir bağlantı halinde de olmak ister. Bir diğer
önemli kısma bakılırsa karakterlerden biri yani Cypher; ‘Şu an yediğim bifteğin
gerçekte var olmadığını biliyorum ancak bifteği yerden duyduğum haz gerçektir’.
Burada Cypher yediği bifteğin değil aldığı hazzın gerçek olduğunu
vurgulamaktadır. Matrix’te yaşayan insanların hiçbirinin hayatı kendi
kontrolleri altında değildir. Aslında özgürlük sandıkları şey bir yanılsamadır.
Filmin dikkat çeken kısımlarından bir diğeri ise Morpheus’un Neo’ya yönelttiği
kadere inanır mısın? Sorusudur. Neo bu soru üzerine: “Hayır çünkü hayatımı
yönlendiremediğimi düşünmeyi sevmiyorum” yanıtını vermektedir. Bu arada asıl
sorun insan davranışlarında özgür müdür? Özgür irade var mıdır? Bu soruların
yanıt bulması için öncelikle irade nedir sorusuna bakalım irade ‘eylemi
düşünceye uygun olarak gerçekleştirme yetisidir.’ Bu konuda ki görüşe bir örneklem: ‘Bir
arkadaşınızın doğum günü var ve kendisine mavi ve sarı renkleri arasında
kaldığınız bir kalem almak istiyorsunuz. Mavi kalemi seçip arkadaşınıza hediye
ettiniz ancak kendisinin sarı rengi daha çok sevdiğini öğrenip pişman oldunuz’.
Peki, burada hangi felsefi yaklaşım ele alınmaktadır. Determinist düşünceye
göre seçim yaptığınız ana kadar seçimizi belirleyen bir şey yoktu. Peki, mavi
kalemi seçmeniz önceden belirlenmiş miydi? Ancak siz seçim yapmadan önce size
mavi ya da sarı kalemi seçmeniz için size dayatılmış bir zorunluluk yoktur. Bir
diğer düşünceye göre ise yani gerçekte yaptığımız şeyden farklı olarak herhangi
başka bir şeyin yapılamayacağını dile getirmektedir. Bu düşünceye göre biz
eylemden bulunmadan önce var olan koşullar eylemlerimizi belirlemektedir
zorunlu olarak. “Bir kişinin tecrübelerinin, arzularının ve bilgilerinin
toplamı, kalıtsal özellikleri, sosyal koşullar ve karşı karşıya kaldığımız
seçimin mahiyeti, daha bilmediğimiz diğer faktörlerle birlikte kaçınılmaz
koşullarda spesifik bir eylem meydana getirmek üzere bir araya gelirler.
Bu
düşünceye ise ‘determinizm’ denmektedir.” Determinizm nedir? Determinizm öğretisinin
temelinde nedensellik ilkesi bulunmaktadır. Buna göre her şeyin bir nedeni
mevcuttur. Filmin ana temasını oluşturan kısım ise: Morpheus’un Neo’ya uzattığı
2 hap mavi ve kırmızı hap .”Sunulan haplardan mavi: uyandığında istediğin şeye
inanırsın ikincisi kırmızı ise: Her yer de hayatın gerçeğini görmen için
çekilmiş bir perde sanki. Burada asıl olarak karşımıza gerçek nedir? Sorusu
çıkmaktadır. Sahnenin ilerleyen kısmında Morpheus Neo’yagerçek nedir? Diye
sorar. Neo: ‘şuan gördüğüm kırmızı deri kaplı koltuk’ der. Morpheus: yanıldın
Neo. Gerçekliği eğer 5 duyu organıyla algılamaktan bahsediyorsan gerçek, beyine
iletilen elektrik sinyallerinin yorumlanmasıdır.” O halde tam olarak gerçek
nedir? Gerçekliği nasıl kanıtlayabiliriz? Sorularına varırız. Burada da Platon,
Devletin 7.kitabında geçmekte olan gerçekliğin kavranışında duyularımızın
yanıltıcı rolleri açıklanmaktadır. Bu açıklamayı da ‘Mağara Metaforu ile
yapmaktadır Platon. Platon mağara metaforunda: “Bazı insanlar karanlık bir
mağarada, doğdukları günden itibaren mağara kapısına arkaları dönük oturmaya
mahkûmdurlar.
Başlarını da arkaya çevirmeyen bu mahkûmlar, mağaranın kapısından
içeri giren ışığın aydınlattığı karşı duvarda, kapının önünden geçen diğer
insanların ve taşıdıkları şeylerin gölgelerini izlemektedirler. İçlerinden
yalnızca biri kurtulur ve dışarıya çıkıp gölgelerin asıl kaynağını görür ve
tekrar içeri girip gördüklerini anlattığında içeride bulunan diğer insanlar
buna inanmaz ki duvarda gördükleri yansıma nesneleri ve asıl gerçekliğin
mağaranın dışında olduğuna inanmazlar.” (Platon-Devlet-7.kısım Mağara Metaforu)
Mağara metaforunda gerçeği gören ve dışarıya hiç çıkmadığı halde içeride
gördüğünü gerçek sanan kişiler doxa (görünenin bilgisi) ve dışarıya çıkıp
gerçekleri aktaran kişi episteme ( gerçeğin bilgisi) birbirine karışacaktır.
O
halde yeni bir soru daha türetilebilir episteme ve doxa arasında ki farkı nasıl
kavrayabiliriz? “Platon bu konu için; Platona göre varlık bilginin konusunu
oluşturur yokluk ise bilgisizliğin konusunu oluşturur; Bilgi ile bilgisizlik
arasında kalan sanıdır. Görünen ve gerçek dünya arasında ki fark nasıl
kavranır? Platon görünenler dünyasının ilk kısmını suda ve katı cisimlerde,
parlak yüzeylerde bunların benzerinde ki yansımaları oluşturmaktadır. İlk kısım
ikinci kısmın yansımasından ibarettir; biz suda hem bir Ayı hem de kendisini
görmekteyiz. Platonun değimiyle tüm bunlar bir yansı nesnesinin kopyasıdır yani
kendisi olarak görünmez. Platon gerçek dünyayı açıklarken bu gerçek dünyayı
açıklarken bu gerçeklik dünyasını iki parçaya ayırarak yapar.
Çok başarılı bir analiz teşekkürler
YanıtlaSil