Filmde 7/24 hayatı kameralarla
gözetilen ve doğduğu günden beri birileri tarafından kurgulanan, yaşamı bir program haline gelen Truman, kesintisiz olarak canlı yayında izlenmektedir.
Bu program için gerçek hayata benzer bir dekor kurulur, yapay bir ada inşa
edilir. Güneş, deniz, ay dahi olmak üzere her şey yapaydır. Ve hatta ay onların
gözetim, yönetim binalarıdır. Burada Platon’un mağara alegorisinden bir
benzerlik vardır. Bazı insanlar yeraltında mağaramsı bir yerde elleri kolları
zincirlenmiş kıpırdaması dahi mümkün olmayan bir şekilde bağlanmışlardır.
Mağaranın kapısı arkalarında olduğu için ne güneş ışığını ne de gerçek
nesneleri görebiliyorlar. İnsanların arkalarında yüksek bir yerde yakılmış bir
ateş var ve ateş idealar dünyasındaki nesneleri o duvara yansıtır yani
insanların görebildikleri tek şey nesnelerin yansımasıdır, bir tür kukla
oynatıcıların oynattığı yansımaları görmek gibi.
Tam da burada Truman’ı bir
kukla gibi oynatan yönetmen Christof gelir aklımıza, Truman’ın bütün hayatını
kurgulayan Christof, Truman’ın hayatındaki herkesi kendisi seçer, hatta annesi, babası, en yakın arkadaşı, eşi bile bir kurgulamadır. Her şeyi
tüm hayatı kurgu olan Truman’ın tek gerçeği duygularıdır, her şeyden bihaber
olan Truman’ın yaşadıkları sahte değildir. Çünkü onun duyguları ve davranışları
gerçektir; bir kurgudan ibaret değildir, gerçek onun içinde olandır, tıpkı
idealar dünyasındaki gerçeklik gibi.
Truman bütün bunların farkına ölmüş olan babasının
yolda yürürken karşısına çıkmasıyla şüpheye düşer ve çevresindeki tüm olan
bitenlere dikkat etmeye başlar, tüm olanların belirli bir şekilde hareket
ettiğini görünce de sorgulamaya başlar ve kaçmaya çalışır. Platon’un mağara
alegorisinden bunun benzer tarafı da şöyledir, zincirlerini kıranlar gerçeğin peşinden gidenler, ışığı bulanlar
şeklinde bahsedilir. Platon kendisi şöyle açıklar: ‘’Bunların zincirlerini
çözer, bilgisizliklerine son verirsen, her şeyi olduğu gibi görürlerse ne
yaparlar? Mahpusların birini kurtaralım; zorla ayağa kaldıralım; başını
çevirelim, yürütelim onu; gözlerini ışığa kaldırsın. Bütün bu hareketler ona
acı verecek. Gölgelerini gördüğü nesnelere gözü kamaşarak bakacak. (Platon
Devlet, yedinci kitap 515d)’’ Kendi düşüncelerini takip edenler gerçeğe
ulaşabilirler, gerçeğin yansımasıyla yetinmezler, gerçeğin kendisine ulaşmak
için –her ne kadar acı verici olsa da- gerçeğin ışığına bakabilmek için çaba
gösterirler. Buradan da Platon’un şu sözleri aklımıza geliyor: ‘’İnsanın
gözleri iki karşıt sebepten, iki türlü bulanır. Biri aydınlıktan karanlığa
geçişte olur, öbürü de karanlıktan aydınlığa geçişte. Acaba daha ışıklı bir
dünyadan gelip karanlıklara alışamadığı için mi, yoksa bilgisizlikten aydınlığa
varıp aşırı bir parlaklıkla kamaştığı için mi bulanık görüyor göz? Birincisi övülecek,
ikincisi acınacak bir haldir. Karanlığa alışamayan göz, ışıklı bir dünyadan
geliyor demektir. (Platon Devlet, yedinci kitap 518a)’’ Bu kişilerin mağaraya
dönüp diğerlerine gerçek dünyayı, ideaları,
aslında gördükleri her şeyin sadece gerçekliğin bir yansıması olduğunu
anlatması ve onları buna inandırması zor olacaktır. Çünkü orada bulunanlar
karanlığa alışmışlardır, onlar için orası artık bir dogma halindedir ve gerçeği
görmek, ışığa bakmak cesaret gerektirecektir. Truman Show’da bir seyirci Christof’a
şunları soruyor: ‘’-Sence Truman daha önce neden gerçek dünyayı keşfetmeye hiç
bu kadar yaklaşmadı? Christof’un cevabı şu şeklide olmuştur: ‘’-Dünyanın
gerçekliğini, bize sunulan haliyle kabul ederiz.’’ Ve buna benzer bir cümle de
Platon’un esirlere ithafen kullandığı şu cümlelerdir: ‘’Böyle kişiler şüphesiz
ki elde yapılmış kuklaların gölgelerinin haricindeki bir gerçekliğin olmadığına
inanırlar.’’ Yani zincirlerinden kurtulmayanlar, mağaradan çıkmak istemeyenler
için düşünülebilir. Truman’ın en son sahnede yapay dünyayı terk etme
noktasında, terk etmemesi için Christof’un, Ay’a benzeyen reji binasından
bağlanıp, Trumanla konuşması, kendisinin olduğunu izlenmeye değer olduğunu
söyler ve bu yapay dünyada kalması için ikna etmeye çalışır. Dışarıdaki dünyanın
kötü olduğundan bahseder, yapay dünyada daha güvenli daha iyi olacağını söyler.
Onu kendisinden bile daha iyi bildiğini onun için neyin daha iyi olacağını
bildiğini belirtir. Truman da buna karşılık kafasının içine hiçbir zaman kamera
yerleştiremediklerini söyler ve gerçek dünyaya adım atar. Platon’un mağara
alegorisindeki zincirlerinden kurtulup mağaradan gerçek dünyaya çıkanlar gibi.
Sistem
Ve Medya Analizi, Eleştirisi
Filmde mevcut şovlardaki kişilerden
onu ayıran tek fark izlendiğinin farkında olmamasıdır; Gündelik hayattaki
eylemleri yerine getirirken uykuda tutuluyor olması. Bu durumda sistemi
sorgulayamamasının sebebi mutlu olduğunu düşünmesi, burada da aklımıza Theodor
W. Adorno’nun kapitalizmin üretime hizmet ettiğini vurgulamak için:
‘’Kapitalizmde bütün üretim piyasa içindir; mallar insanların ihtiyaçlarını ve
arzularını karşılamak için değil, kar elde etmek için, daha fazla sermaye
edinmek için üretilir.’’ (Adorno, 2009:14) Filmde dikkat çeken kısımlardan biri
de şudur: Ana karakter olan Truman’ın yaşadığı her şey kurgulanmış bir oyundan
ibarettir. Bu kurgulanmış oyunun arkasındaki isim de Christof’tur. Bu kurguyu
Felsefi açıdan ele alırsak şovu kontrol eden Christof karakterinin Tanrı
kavramını çağrıştırdığı görülebilir. Christof kurguladığı bu dünyayı dört
dörtlük bir yer olarak kuruyor ve bu dünyanın başka bir yerde olmadığını
göstermeye çalışıyor. Christof, Truman’ı bu dünyada tutmaya çalışırken aynı
zamanda seyirciyi de tutmaya çalışıyor. Dışarıdaki dünyanın kirlenmişliğinden
bahseden Christof: Truman ve seyircisine mutlu olabilecekleri bir ütopya inşa
ediyor. İnşa ettiği bu ütopya tam bir sığınak olarak gözükür ve kurduğu bu
ütopyadan tanrısal konumu da koruduğu bir gerçek.
Christof, kontrol odasındaki
konumuyla George Orwell’in romanındaki Big Brother’ı andırır. Odadaki
kameralarsa, Orwell’in romanındaki; görebilen, konuşabilen, hissedebilen
ekranları andırır. George Orwell’in medyaya ilham kaynağı olan ve ‘’biri bizi
gözetliyor’’ tarzı programların oluşmasına sebep olan bu yapıtı aslında
Orwell’in sisteme karşı bir eleştirisidir. Medya Orwell’in bu eleştirisinden
yola çıkarak bu tarz programlar yapmaktadır. Seyirci açısından bakıldığında
sistem seyirci için yeni kurgular yaratmakta ve devamlılığı sağlamaya
çalışmakta. Medyanın bizlere sunduğu yapay dünya ve seyircinin buradaki
tutsaklığı (Frankfurt okulu açısından bakıldığında) Alman felsefeci Herbert
Marcuse’nin kapitalist sistemi totaliter rejimlerin devamı olarak açıklayan görüşlerini
hatırlatıyor. Kapitalist sistemden baktığımızda medya seyirciyi ekran başında
tutuyor, onları istediği gibi şekillendirmeye, aynı şeyleri düşünmeye ve
sergilediği ürünlerini satmaya çalışıyor. Yani kapitalist sistem her şeyde var
olduğu gibi burada da kendisini göstermekte. Kapitalizmin bu sürekliliğini
sağlayan ne? Tabi ki insanlar ve istekleri. Kapitalist sistem çok düzenli gider
ve insanı kendine nasıl hapsedeceğini, nasıl bağımlı hale getireceğini bilir.
Burjuvanın, alt sınıfı kendisine bağımlı hale getirmesi bir tür oyun oynamayı
hatta daha fazla kar elde edebilmek için insanların sağlığıyla oynamaları bile
söz konusudur. Burjuva yetkililer her türlü yalanla insan aşılamaya
çalışmaktadır. Her nerede olursa olsunlar tek rolleri gerçekleri yok saymaktır.
Filmin
Din Eleştirisi Hakkında
Bir din eleştirisi olarak
düşünüldüğünde Christof, Hristiyanlığa karşı büyük bir atıfta bulunuyor. Bunula
beraber Christof’un Truman’la konuştuğu sahnede adeta bir tanrıymışçasına
konuşuyor. Truman’a gökyüzünden bakan ulu bir figür. (Ay’a benzeyen binadan
sesleniyor) Christof’un her çalışanı bütün emirlere uymakta hatta yapımcılar
bile. Her şey Christof’un elinde tek yönetici o. Truman’ın kaçış sahnesinde onu
engellemek için Truman’a fırtınasını, rüzgarını, onu durdurabilmek için bütün
doğa olaylarını kullanıyor.
Truman’ı vazgeçirmeyi başaramayınca
da ona tanrısal öğütler vermeye başlıyor. Sea haven’dan çıkmanın sanki dinden
çıkmak gibi kendisine zarar getireceğini, sea haven’ın kendisi için doğru yer
olduğunu söylüyor. Truman’ın aydınlanmasından dolayı isteği, Christof’u
yendiğinde sanki bir kulunun kendine tapmayı bıraktığını gören bir tanrıyı
çağrıştırıyor.
Truman
Show örneğinde bir psikolojik sendrom
Psikolojik açıdan baktığımızda,
Truman Show’u konu alan bir sendrom vardır. Tıpkı Truman gibi tüm hayatının
kurgu olduğunu, izlendiğini düşünmektedirler. Bu sendromu yaşayan insanlar
genellikle hayatta iyi bir konumda olan başarılı insanlardır. Bu insanlar
devamlı kameralarla izlendiklerini ve yaşadığı dünyanın gerçek olmadığını
düşünürler. Bu sendroma Truman Show ismini veren psikiyatrist Joel ve Ian Gold
kardeşler, zihinsel bir rahatsızlık olduğunu düşünmektedirler. Henüz olarak
hastalık olarak kabul edilmeyen bu sendrom, paranoyanın yeni bir formu olarak
görülüyor. Bu sendrom hastanın tüm hayatını ele geçiriyor. İlk belirtileri 2002
yılında gören Gold kardeşler, kendilerini Reality Show oyuncusu olarak tanıtan
hastaları incelemeye başladı. Hastaların anlattığı durumla Truman Show
filmindeki benzerlik sebebiyle bu rahatsızlığa Truman Show ismini vermişlerdir.
İlk hastalar filmden 4 yıl sonra ortaya çıkmıştır. Herhangi bir olayın kendisi
için olduğunu ve hatta 11 Eylül saldırısını onun için yazılmış bir senaryo
olduğunu düşünen hastalar var. Bazı tv programları bir sendromun oluşmasına
önayak olmaktadır. Sosyal medya hesapları narsizmi etkiliyor bu da Truman Show
sendromunun oluşmasına sebep oluyor. Hastalığı tetikleyen bir başka neden de
sistemin insanlar üzerinde yarattığı baskıdır. George Orwell’in 1984 adlı
romanında anlattığı korkulara benzer şeyler.
Yorumlar
Yorum Gönder