Pedro Almodovar… Adı dile getirildiğinde nasıl bir dünyanın
içine çekileceğimize artık aşina olduğumuz bir yönetmen; kendi tarzını oturtalı
üzerinden epeyce zaman geçmiş ve bunun da verdiği özgüvenle belli ki her geçen
film farklı misyonlar üstlenmekten çekinmeyecek bir “yönetmen sineması”yla
karşı karşıyayız bundan böyle.
Bazen darmadağın bir dünyadan çekip çıkardığı hapsedilmiş
kadın özgüveniyle, bazen bir hastane odasının dinginliğinde feryat eden bir
aşkla, bazen avuçlarından akıpgiden bir evladın ardından bakakalan bir annenin
gözleriyle, bazen ötekileşen, yarım bir adamın hayat hikayesiyle tanıdık
Almodovar’ı. Bugün meselenin aslına inmekten çekinmeyeceğini bas bas bağıran
bir adamı an be an soluduk aslında. Bugünse içinde yaşadığımız derilere
yüklediğimiz anlamları yeniden düşünme vaktinin geldiği sinyallerini verdi
“İçinde Yaşadığım Deri”
Geçmişte bir kaza sonucu eşini kaybeden plastik cerrah
Lafargue’ın, (Antonio Banderas) zaten bunalımlı olan kızının bir partide
tecavüze uğraması üzerine hazırladığı akıl almaz bir intikam planını anlatmaya
koyulan film, yönetmenin her filminde olduğu gibi yine beden ve kimlik temaları
etrafında şekilleniyor.
Aslında Douglas Sirk kökenli melodramatik
bir sinema yapan yönetmen, bizim David Cronenberg’ten aşina
olduğumuz bedensel deformasyon öğeleriyle bezediği eserini, Hitchcockyen bir
gerilim diliyle yorumlamaya çalışmış bu sefer. Georges Franju’nun
1960 tarihli Eyes Without A Face (Les yeux sans visage)
filmini de hayli çağrıştıran İçinde Yaşadığım Deri, burjuva
ahlakını yeren alt metniyle de çok dikkat çekici.
Cinsel dürtüler, meslek etiği ve şiddet üzerine kurulu;
küçük ayrıntılarla zenginleştirilen ama alt metinleriyle kafa yormayacak kadar
duru geçen iki saatlik bir maceranın ardından koltuğunuza çivilenmiş şekilde
Almodovar’a saygı duyacağınız bir film La piel que habito. Thierry Jonquet’in
Mygale isimli romanından uyarlanan film, psikolojik sorunları bulunan kızına
tecavüz eden erkeğin peşine düşen bir plastik cerrahın hikayesini anlatıyor.
Kendi fikrince bir suç işlememiş olan Vicente’in yaptığı bu eylemin cezası,
şiddetin her türlüsünü artık olağan karşıladığımız günümüzde en sapık insanların
bile kanını donduracak cinsten. Aslında bu noktada Vicente’in işlediği suçun
sonucunun bir ceza olup olmadığını sorgulamak gerekiyor zira Almodovar, bir
tecacüz suçunun sonucu olarak suçlunun cinsiyetini değiştirmeyi ve ondan
tamamen yeni bir birey oluşturmayı bir ceza olarak göstermiyor seyirciye. Film,
insan genetiği ile oynamanın suç sayıldığı bir dünyada, tüm gözlerden gizli
olarak mükemmeli yaratmanın ahlaki sonuçlarının yanında etik açıdan doğruluğunu
üstün körü inceliyor. Böyle bir bakış açısında odakta daha çok şiddetin
sonucunun aşka dönüşmesi yer alıyor.
Yorumlar
Yorum Gönder