Ana içeriğe atla

Nitelikli

Futbol ve Tribün Kültürünü İşleyen Başarılı Film: GREEN STREET HOOLIGANS..

  Siz de benim gibi futbol delisiyseniz daha doğrusu tribünü, holiganlığı seviyorsanız işte tam da sizi derinden etkileyecek ve ömür boyu aklınızdan çıkmayacak bir film. Bir başkası için çok bir şey ifade etmese de futbol ve tribün kültürü, bu hazzı bilenler benim ne demek istediğimi çok iyi anlıyorlar eminim. Bu filmi 3 yıl önce izlemiştim ve hala benim için ilk 3 favori filmimin arasındadır. Bu filmin bana kattığı en önemli şeylerden biri de beni sıkı bir West Ham United taraftarı yapması oldu sanırım. Green Street Hooligans benim için farklı bir yerde olduğundan bunu sizlerle paylaşmak istedim. Bir futbolseverseniz umarım bu film sizi de beni etkilediği kadar etkiler, eğer değilseniz de umarım size futbol ve tribün aşkını aşılar.. İzledikten sonra futbolun asla sadece futbol olmadığını, bunun çok daha ötesinde bir şey olduğunu göreceksiniz diye umuyorum. Gelin biraz filmin içeriğine bakalım.. İngiliz yapımı “Green Street Hooligans” (2005) yukarıda girişini yaptığım fanat...

CİNSİYETSİZ OLMAK- PEDRO ALMODOVAR


Pedro Almodovar… Adı dile getirildiğinde nasıl bir dünyanın içine çekileceğimize artık aşina olduğumuz bir yönetmen; kendi tarzını oturtalı üzerinden epeyce zaman geçmiş ve bunun da verdiği özgüvenle belli ki her geçen film farklı misyonlar üstlenmekten çekinmeyecek bir “yönetmen sineması”yla karşı karşıyayız bundan böyle.

Bazen darmadağın bir dünyadan çekip çıkardığı hapsedilmiş kadın özgüveniyle, bazen bir hastane odasının dinginliğinde feryat eden bir aşkla, bazen avuçlarından akıpgiden bir evladın ardından bakakalan bir annenin gözleriyle, bazen ötekileşen, yarım bir adamın hayat hikayesiyle tanıdık Almodovar’ı. Bugün meselenin aslına inmekten çekinmeyeceğini bas bas bağıran bir adamı an be an soluduk aslında. Bugünse içinde yaşadığımız derilere yüklediğimiz anlamları yeniden düşünme vaktinin geldiği sinyallerini verdi “İçinde Yaşadığım Deri”

Geçmişte bir kaza sonucu eşini kaybeden plastik cerrah Lafargue’ın, (Antonio Banderas) zaten bunalımlı olan kızının bir partide tecavüze uğraması üzerine hazırladığı akıl almaz bir intikam planını anlatmaya koyulan film, yönetmenin her filminde olduğu gibi yine beden ve kimlik temaları etrafında şekilleniyor.

Aslında Douglas Sirk kökenli melodramatik bir sinema yapan yönetmen, bizim David Cronenberg’ten aşina olduğumuz bedensel deformasyon öğeleriyle bezediği eserini, Hitchcockyen bir gerilim diliyle yorumlamaya çalışmış bu sefer. Georges Franju’nun 1960 tarihli Eyes Without A Face (Les yeux sans visage) filmini de hayli çağrıştıran İçinde Yaşadığım Deri, burjuva ahlakını yeren alt metniyle de çok dikkat çekici.

Cinsel dürtüler, meslek etiği ve şiddet üzerine kurulu; küçük ayrıntılarla zenginleştirilen ama alt metinleriyle kafa yormayacak kadar duru geçen iki saatlik bir maceranın ardından koltuğunuza çivilenmiş şekilde Almodovar’a saygı duyacağınız bir film La piel que habito. Thierry Jonquet’in Mygale isimli romanından uyarlanan film, psikolojik sorunları bulunan kızına tecavüz eden erkeğin peşine düşen bir plastik cerrahın hikayesini anlatıyor. 

Kendi fikrince bir suç işlememiş olan Vicente’in yaptığı bu eylemin cezası, şiddetin her türlüsünü artık olağan karşıladığımız günümüzde en sapık insanların bile kanını donduracak cinsten. Aslında bu noktada Vicente’in işlediği suçun sonucunun bir ceza olup olmadığını sorgulamak gerekiyor zira Almodovar, bir tecacüz suçunun sonucu olarak suçlunun cinsiyetini değiştirmeyi ve ondan tamamen yeni bir birey oluşturmayı bir ceza olarak göstermiyor seyirciye. Film, insan genetiği ile oynamanın suç sayıldığı bir dünyada, tüm gözlerden gizli olarak mükemmeli yaratmanın ahlaki sonuçlarının yanında etik açıdan doğruluğunu üstün körü inceliyor. Böyle bir bakış açısında odakta daha çok şiddetin sonucunun aşka dönüşmesi yer alıyor.


Yorumlar

Popüler Yayınlar