SNOWPIERCER FİLMİ ÜZERİNDEN
Ekosistem,
doğanın çeşitliliğiyle her canlıya sunduğu bir zorbalık olarak görülebilir
aslında. Canlı, dünyaya hangi varlık olarak gelmiş olursa olsun, ‘’güç’’
kavramından sınıfsal bir düzene tabi olur. Snowpiercer,
siyasilerin küresel ısınma sorununun çözümünü, sorunun kendisinden çok daha
büyük bir sıkıntıya dönüştürdüğünü görüyoruz. Distopik bir kurgusu olan snowpiercer, sosyolojik ve politik bir
sistem-dünya eleştirisidir. Bir nevi insanlık tarihinin zorbalığını anlatan,
tasvir eden bir yapı.
İnsanoğlunun bir
trende hapsolmuş hayatını konu alan bu yapıt, günümüz dünyasıyla yeni evren
olarak yaratılan trende dünyanın gerekli çeşitliliği sağlanmaktadır. Yeni bir
dünya, bir ütopyanın umudu olarak düşünülen tren tıpkı dünyadaki gibi doğal
düzen içerisinde sınıflara ayrılmıştır. En son vagondan başlayarak alt
sınıf-orta sınıf- orta üst sınıf- burjuvalar şeklinde lokomotife doğru ilerler.
Kuyruk kısmındaki (alt sınıf) insanlar bu doğal düzene başkaldırırlar ve treni
ele geçirmek için en sondaki vagondan en öndeki vagona doğru başkarakter
curtis’in öncülüğünde bir devrim başlar.
Dünyanın etrafında hiç durmadan dönen
bu trene hapsolmuşlardır ve bu insanların başka olanakları yoktur çünkü dışarıda
yaşama dair hiçbir şey yoktur. Dünya küresel soğumaya uğramıştır, dışarıda
hayat bitmiştir. Mr. Wilford’un yarattığı bu trende, yeryüzünün son insanları
yaşanan tüm felaketlere rağmen dünyada da olduğu gibi burada da sınıflara ayrılırlar. İnsanın insanı sömürdüğü o değişmeyen düzen adeta yeni bir dünya
tasarımı olan bu trende de devam etmiştir. Trende kuyruk bölümü olan kısım alt
kısım insanlardır. Besin olarak aldıkları tek şey zift karası jöleden başka bir
şey değildir.
Bu insanlar bu trene alınmış yaşam hakkı verilmiş verilmesine de
kafalarda yine de bir soru oluşuyor; bu insanlara yaşama hakkı bu trende neden
verildi? Eğer bu insanlar sefalet ve fakirlik içinde yaşamaya mahkumlarsa,
günümüz dünyasındaki köle gibi bile çalıştırılmayacaklarsa neden hala hayatta
tutuluyorlar? Üst sınıftan olan insanlar her yerde her koşulda olduğu gibi alt
sınıf insanları kendi istekleri ve arzularıyla yönettiklerini görürüz. Günümüz
kapitalist sistemde asgari ücretle çalıştırılan, emeklerinin karşılığını
alamayan, emekleri sömürülen bu insanlar köleliğe razı olmak zorunda
bırakılıyorlar. Yöneten, iş buyuran, patron sıfatlarındaki insanlar bu
insanların üzerinden daha fazla kar elde edebilmek için bu insanları nasıl
kurban haline getirdiğini hatırlatıyor film.
Günümüzde çocuk işçilerden çokça
görmekteyiz, film de çocukları çarkın bir parçası olarak göstermektedir.
‘’Çocuklar, düzenin düzgün işleyebilmesini sağlayan bir çarktır.’’ Trendeki
mikro dünya, tıpkı günümüz kapitalist sistemlerde olduğu gibi düzenin
sürekliliği için çocukları kullanır. Trenin çarkları döndürmekte -oldukça küçük
olduklarından- çocuklardan yararlanır wilford. Günümüz dünyası da böyledir.
Okullar bu düzenin devamı içindir. Bütün genç nesiller eğitim seferberliği adı
altında bu düzen için düzeni kutsamak için feda edilirler. Bu tarihin her
evresinde görülebilecek evrenin, doğal hayatın korunaklığı açısından en önemli
kuraldır. Snowpiercer, doğal hayatın bu seçilimin temel kuralı olan güçlünün
ayakta kalıp zayıfın ezilmesini de çocuklar üzerinden açıklayarak filmin temel
taşlarını böylece yerine oturtuyor.
Güçlü olan burjuva sınıfı zayıf olan işçi
sınıfının bilek gücünden faydalanması gibi. Bu güçlü ile zayıf mücadelesini,
mükemmel sistemin yapı taşı olarak görüyor. Öte yandan da dikta rejimi
tasvirinden kapitalist sistemin övgüsünü yapıyor gibi duran bu mesaj, zayıfın
yapacağı bir devrimin yine güçlünün kazanacağı yönünde gösteriyor. Esasında
insanlığın devamını sağlayan tek yol olarak gösteriyorlar. Bugüne kadar
düşünürler bu fikri benimseyen ya da benimsemeyen savlarda siyaset felsefesinin
inşasında katkısı olmuş olsa da, mükemmel işleyişin insan olma olgusunu göz
ardı ederek yine güçlünün lehine oluşması asıl olarak eleştirilmesi gereken
konudur. Aynı şekilde Dan Brown’ın yakın zamanda kaleme aldığı inferno eserinde
popüler kültürün malzemesi durumuna gelmiş Açlık oyunları evreninde de benzer
fikirler görüyoruz. İnsanlığın devamı için, sistemin devamlılığını sağlamak
için, elenenler ve hayatta kalanlar disiplini üzerinden mesaj veriyorlar.
Bir
nevi doğal seçilim denen şeyi meşrulaştırmaya çalışıyorlar belki de. Treni
yaratan karakter Wilford, trendeki tüm insanların kaderini kendi ellerinde
tutar. Güç elinde olan her iktidar sahipleri gibi Wilford da kendi mitlerini
yaratır ve her yaptığını kabul görülmesi
için dinsel motiflerle kendisine kutsiyet atfeder. Trenin kuyruk kısmında yaşayanları
kaderlerine razı eder böylece trenin ön kısımlarında bulunan üst sınıf
insanların amaçları doğrultusunda yaşamaya devam ederler. Tanrı olgusuyla
ipleri elinde tutan bu karakter Snowpiercer’ı tartışma alanına daha çok
sürüklüyor. Wilford’un bilge halleri, onun var ettiği bu yeni dünyanın düzenine
yenik düşmesine engel olamıyor gibi gözükse de filmin aslında tanrı fenomenini
elinin tersiyle ittiğini söylemek doğru olacaktır. Nietzsche’nin tanrıyı
öldürmesinin peşinden giden joon-ho, (filmin yönetmeni) filmin tartışmalara yol
açan finalinde aslında kendi eserinde kurduğu sistemi çökertmek yerine
sefircileri ters köşe ediyor. Güçlünün kazanıp zayıfın kaybettiği ve bunun bir
düzen haline gelmesini tek çırpıda yok eden yönetmen aynı zamanda sistemin,
düzenin kendisi olan tanrısal fenomeni de yok ediyor ve aslında zihinde oluşan
şeylerin temellerinden yıkarak var oluşun esas kaynağına gönderme yapıyor.
Filmin sonunda zenci bir çocuk adem, uzak doğulu bir çocuk havva seçiyor ve
böylelikle göndermesi yapılıyor. Doğal seçilimin düzenin bir gereği olmadığı
mesajını veriyor.
Bu düzeni filmin şu bölümden örnekle çok daha açmak
gerekirse; wilford’un en yakınında bulunan ve onun sözcüsü konumunda olan
mason’nın bir isyana karşı kuyruk kısmındakileri karşısına alarak bir konuşma
yapar ve bu konuşma sorgusuz bir itaat talebine yöneliktir. ‘’Bu lokomotife biz
evimiz diyoruz. Sıcak kalplerimizle dondurucu soğuk arasında tek bir şey var.
Kıyafet mi pantolon mu? Hayır düzendir. Düzen bizi ölümcül soğuktan koruyan tek
şeydir. Trende yaşayan hepimiz. Bize tahsis edilmiş yerlerimizde kalıp bizim
için belirlenmiş özel işlerimizle meşgul olmalıyız.” Yani daha az düşünüp,
düzen için daha çok çalışmalıyız.
Filmde duruma karşı çıkan bir adam
dayanamayıp bir görevlinin kafasına ayakkabısını fırlatır. Senaristin, ayakkabı
üzerinde yaptığı metofor oldukça güçlüdür. Mason, fırlatılan bu ayakkabıyı
eline alarak kuyruk kısmındaki kalabalığa döner ve şöyle söyler: “Ayakkabı kafa
için değildir. Ayakkabı ayak içindir. Şapka kafa içindir. Ben şapkayım siz
ayakkabı. Ben kafa için varım, siz ayaklar için. En başında düzen biletleriniz
verdiği haklarınıza göre sağlanmıştı. Birinci sınıf, ekonomik ve sizin gibi
beleşçiler. Ebedi düzen kutsal lokomotif sayesinde sağlanmıştır. Her şey kutsal
lokomotiften geçer. Her şey yerli yerindedir. Tüm yolcular kendi
bölümlerindedir. Suyumuz akıyor, ısınıyoruz. Kutsal lokomotife saygı gösterin.
Özellikle da tahsis edilmiş yerleriniz için. Ta başından beri ben ön
taraftayım. Siz arka taraftasınız. Ne zaman bir ayakkabı kafaya çıkarsa kutsal
sınır geçilmiş olur. Yerinizi bilin yerinizde kalın. Ayakkabı olun.”
Yorumlar
Yorum Gönder