Ana içeriğe atla

Nitelikli

Futbol ve Tribün Kültürünü İşleyen Başarılı Film: GREEN STREET HOOLIGANS..

  Siz de benim gibi futbol delisiyseniz daha doğrusu tribünü, holiganlığı seviyorsanız işte tam da sizi derinden etkileyecek ve ömür boyu aklınızdan çıkmayacak bir film. Bir başkası için çok bir şey ifade etmese de futbol ve tribün kültürü, bu hazzı bilenler benim ne demek istediğimi çok iyi anlıyorlar eminim. Bu filmi 3 yıl önce izlemiştim ve hala benim için ilk 3 favori filmimin arasındadır. Bu filmin bana kattığı en önemli şeylerden biri de beni sıkı bir West Ham United taraftarı yapması oldu sanırım. Green Street Hooligans benim için farklı bir yerde olduğundan bunu sizlerle paylaşmak istedim. Bir futbolseverseniz umarım bu film sizi de beni etkilediği kadar etkiler, eğer değilseniz de umarım size futbol ve tribün aşkını aşılar.. İzledikten sonra futbolun asla sadece futbol olmadığını, bunun çok daha ötesinde bir şey olduğunu göreceksiniz diye umuyorum. Gelin biraz filmin içeriğine bakalım.. İngiliz yapımı “Green Street Hooligans” (2005) yukarıda girişini yaptığım fanat...

DOĞAL DÜZENİN SINIFSAL AYRIMI




SNOWPIERCER FİLMİ ÜZERİNDEN 

Ekosistem, doğanın çeşitliliğiyle her canlıya sunduğu bir zorbalık olarak görülebilir aslında. Canlı, dünyaya hangi varlık olarak gelmiş olursa olsun, ‘’güç’’ kavramından sınıfsal bir düzene tabi olur. Snowpiercer, siyasilerin küresel ısınma sorununun çözümünü, sorunun kendisinden çok daha büyük bir sıkıntıya dönüştürdüğünü görüyoruz. Distopik bir kurgusu olan snowpiercer, sosyolojik ve politik bir sistem-dünya eleştirisidir. Bir nevi insanlık tarihinin zorbalığını anlatan, tasvir eden bir yapı.

İnsanoğlunun bir trende hapsolmuş hayatını konu alan bu yapıt, günümüz dünyasıyla yeni evren olarak yaratılan trende dünyanın gerekli çeşitliliği sağlanmaktadır. Yeni bir dünya, bir ütopyanın umudu olarak düşünülen tren tıpkı dünyadaki gibi doğal düzen içerisinde sınıflara ayrılmıştır. En son vagondan başlayarak alt sınıf-orta sınıf- orta üst sınıf- burjuvalar şeklinde lokomotife doğru ilerler. Kuyruk kısmındaki (alt sınıf) insanlar bu doğal düzene başkaldırırlar ve treni ele geçirmek için en sondaki vagondan en öndeki vagona doğru başkarakter curtis’in öncülüğünde bir devrim başlar.


 Dünyanın etrafında hiç durmadan dönen bu trene hapsolmuşlardır ve bu insanların başka olanakları yoktur çünkü dışarıda yaşama dair hiçbir şey yoktur. Dünya küresel soğumaya uğramıştır, dışarıda hayat bitmiştir. Mr. Wilford’un yarattığı bu trende, yeryüzünün son insanları yaşanan tüm felaketlere rağmen dünyada da olduğu gibi burada da sınıflara ayrılırlar. İnsanın insanı sömürdüğü o değişmeyen düzen adeta yeni bir dünya tasarımı olan bu trende de devam etmiştir. Trende kuyruk bölümü olan kısım alt kısım insanlardır. Besin olarak aldıkları tek şey zift karası jöleden başka bir şey değildir. 
Bu insanlar bu trene alınmış yaşam hakkı verilmiş verilmesine de kafalarda yine de bir soru oluşuyor; bu insanlara yaşama hakkı bu trende neden verildi? Eğer bu insanlar sefalet ve fakirlik içinde yaşamaya mahkumlarsa, günümüz dünyasındaki köle gibi bile çalıştırılmayacaklarsa neden hala hayatta tutuluyorlar? Üst sınıftan olan insanlar her yerde her koşulda olduğu gibi alt sınıf insanları kendi istekleri ve arzularıyla yönettiklerini görürüz. Günümüz kapitalist sistemde asgari ücretle çalıştırılan, emeklerinin karşılığını alamayan, emekleri sömürülen bu insanlar köleliğe razı olmak zorunda bırakılıyorlar. Yöneten, iş buyuran, patron sıfatlarındaki insanlar bu insanların üzerinden daha fazla kar elde edebilmek için bu insanları nasıl kurban haline getirdiğini hatırlatıyor film.
 Günümüzde çocuk işçilerden çokça görmekteyiz, film de çocukları çarkın bir parçası olarak göstermektedir. ‘’Çocuklar, düzenin düzgün işleyebilmesini sağlayan bir çarktır.’’ Trendeki mikro dünya, tıpkı günümüz kapitalist sistemlerde olduğu gibi düzenin sürekliliği için çocukları kullanır. Trenin çarkları döndürmekte -oldukça küçük olduklarından- çocuklardan yararlanır wilford. Günümüz dünyası da böyledir. Okullar bu düzenin devamı içindir. Bütün genç nesiller eğitim seferberliği adı altında bu düzen için düzeni kutsamak için feda edilirler. Bu tarihin her evresinde görülebilecek evrenin, doğal hayatın korunaklığı açısından en önemli kuraldır. Snowpiercer, doğal hayatın bu seçilimin temel kuralı olan güçlünün ayakta kalıp zayıfın ezilmesini de çocuklar üzerinden açıklayarak filmin temel taşlarını böylece yerine oturtuyor.
 Güçlü olan burjuva sınıfı zayıf olan işçi sınıfının bilek gücünden faydalanması gibi. Bu güçlü ile zayıf mücadelesini, mükemmel sistemin yapı taşı olarak görüyor. Öte yandan da dikta rejimi tasvirinden kapitalist sistemin övgüsünü yapıyor gibi duran bu mesaj, zayıfın yapacağı bir devrimin yine güçlünün kazanacağı yönünde gösteriyor. Esasında insanlığın devamını sağlayan tek yol olarak gösteriyorlar. Bugüne kadar düşünürler bu fikri benimseyen ya da benimsemeyen savlarda siyaset felsefesinin inşasında katkısı olmuş olsa da, mükemmel işleyişin insan olma olgusunu göz ardı ederek yine güçlünün lehine oluşması asıl olarak eleştirilmesi gereken konudur. Aynı şekilde Dan Brown’ın yakın zamanda kaleme aldığı inferno eserinde popüler kültürün malzemesi durumuna gelmiş Açlık oyunları evreninde de benzer fikirler görüyoruz. İnsanlığın devamı için, sistemin devamlılığını sağlamak için, elenenler ve hayatta kalanlar disiplini üzerinden mesaj veriyorlar.


 Bir nevi doğal seçilim denen şeyi meşrulaştırmaya çalışıyorlar belki de. Treni yaratan karakter Wilford, trendeki tüm insanların kaderini kendi ellerinde tutar. Güç elinde olan her iktidar sahipleri gibi Wilford da kendi mitlerini yaratır ve her yaptığını  kabul görülmesi için dinsel motiflerle kendisine kutsiyet atfeder. Trenin kuyruk kısmında yaşayanları kaderlerine razı eder böylece trenin ön kısımlarında bulunan üst sınıf insanların amaçları doğrultusunda yaşamaya devam ederler. Tanrı olgusuyla ipleri elinde tutan bu karakter Snowpiercer’ı tartışma alanına daha çok sürüklüyor. Wilford’un bilge halleri, onun var ettiği bu yeni dünyanın düzenine yenik düşmesine engel olamıyor gibi gözükse de filmin aslında tanrı fenomenini elinin tersiyle ittiğini söylemek doğru olacaktır. Nietzsche’nin tanrıyı öldürmesinin peşinden giden joon-ho, (filmin yönetmeni) filmin tartışmalara yol açan finalinde aslında kendi eserinde kurduğu sistemi çökertmek yerine sefircileri ters köşe ediyor. Güçlünün kazanıp zayıfın kaybettiği ve bunun bir düzen haline gelmesini tek çırpıda yok eden yönetmen aynı zamanda sistemin, düzenin kendisi olan tanrısal fenomeni de yok ediyor ve aslında zihinde oluşan şeylerin temellerinden yıkarak var oluşun esas kaynağına gönderme yapıyor. Filmin sonunda zenci bir çocuk adem, uzak doğulu bir çocuk havva seçiyor ve böylelikle göndermesi yapılıyor. Doğal seçilimin düzenin bir gereği olmadığı mesajını veriyor.
 Bu düzeni filmin şu bölümden örnekle çok daha açmak gerekirse; wilford’un en yakınında bulunan ve onun sözcüsü konumunda olan mason’nın bir isyana karşı kuyruk kısmındakileri karşısına alarak bir konuşma yapar ve bu konuşma sorgusuz bir itaat talebine yöneliktir. ‘’Bu lokomotife biz evimiz diyoruz. Sıcak kalplerimizle dondurucu soğuk arasında tek bir şey var. Kıyafet mi pantolon mu? Hayır düzendir. Düzen bizi ölümcül soğuktan koruyan tek şeydir. Trende yaşayan hepimiz. Bize tahsis edilmiş yerlerimizde kalıp bizim için belirlenmiş özel işlerimizle meşgul olmalıyız.” Yani daha az düşünüp, düzen için daha çok çalışmalıyız.
 Filmde duruma karşı çıkan bir adam dayanamayıp bir görevlinin kafasına ayakkabısını fırlatır. Senaristin, ayakkabı üzerinde yaptığı metofor oldukça güçlüdür. Mason, fırlatılan bu ayakkabıyı eline alarak kuyruk kısmındaki kalabalığa döner ve şöyle söyler: “Ayakkabı kafa için değildir. Ayakkabı ayak içindir. Şapka kafa içindir. Ben şapkayım siz ayakkabı. Ben kafa için varım, siz ayaklar için. En başında düzen biletleriniz verdiği haklarınıza göre sağlanmıştı. Birinci sınıf, ekonomik ve sizin gibi beleşçiler. Ebedi düzen kutsal lokomotif sayesinde sağlanmıştır. Her şey kutsal lokomotiften geçer. Her şey yerli yerindedir. Tüm yolcular kendi bölümlerindedir. Suyumuz akıyor, ısınıyoruz. Kutsal lokomotife saygı gösterin. Özellikle da tahsis edilmiş yerleriniz için. Ta başından beri ben ön taraftayım. Siz arka taraftasınız. Ne zaman bir ayakkabı kafaya çıkarsa kutsal sınır geçilmiş olur. Yerinizi bilin yerinizde kalın. Ayakkabı olun.”

Yorumlar

Popüler Yayınlar